MART-NİSAN 2018 / ÖZEL HABER

Çocuğunuza bir çiçeğin kokusunu resimlerle anlatamazsınız


Müge ÇEVİK     Fatih COŞKUN 

25.04.2018 

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından, çocuklara armağan edilen 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, ülkemizde her yıl büyük bir coşkuyla kutlanıyor.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından, çocuklara armağan edilen 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, ülkemizde her yıl büyük bir coşkuyla kutlanıyor. Ülkemizin ve KKTC’nin resmi bayramı olan bugünde dünya çocuklarının bir araya geldiği etkinlikler kapsamında birçok tören ve eğlenceli gösteriler düzenleniyor. Biz de TBMM’nin açılışının 98. yıldönümünü ve tüm çocukların 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı kutluyoruz

Geleceğin teminatı olan çocuklara güzel bir dünya, sağlıklı bir çevre bırakmak da biz büyüklerin en büyük sorumluluğu. Bu çerçevede ebeveynlere düşen görevlerden biri de gelişimlerine birçok olumlu katkısı olan doğa ve toprak sevgisini çocuklara kazandırabilmek. Ancak modern hayat yetişkinler gibi çocukları da evlere, apartmanlara, televizyonlara, tabletlere, telefonlara adeta esir etmiş durumda. Modern hayat getirdiği yeniliklerle birçok alanda hayatı kolaylaştırsa da insanı doğadan gittikçe daha çok koparıyor. Biz de sağlıklı nesiller yetiştirmek için çocukların doğayla, toprakla ilişkilerinin nasıl olması gerektiği; bunun çocukların gelişimlerine katkısı ile ilgili olarak Hacettepe Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Saniye Bencik Kangal, sosyal medyada bilinen ismiyle “akademisyen anne” ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Çocukların doğayla ve toprakla ilişkileri nasıl olmalı? Bu ilişkinin çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimine katkıları nelerdir?
Günümüz çocuklarının en büyük dezavantajlarından bir tanesi toprakla temas edememesi. Neden temas edemiyorlar? Çünkü çok yüksek katlı, beton binalarda oturuyoruz ve bahçenin elverdiği kadar çocukları dışarı çıkarıyoruz. Günümüzde ormanlık alan, piknik alanı; yani çocukların toprakla temas edebilecekleri alanlar yaygınlaşmıyor ama alışveriş merkezleri (AVM) çok yaygınlaşıyor. Aileler de yazın serin kışın sıcak olduğu ve çoklu ihtiyaçlarını giderebildikleri için dışarı çıktıkları zaman aktivite olarak AVM’leri tercih ediyorlar. Böyle bir AVM kültürü içerisinde çocukları büyüttüğümüz için dışarı çıkacağı zaman “Nereye gidelim?” sorusunu cevabı “AVM” oluyor. Çoğu zaman oğlumdan da biliyorum maalesef AVM’yi tercih ediyor; ki AVM’yi tercih etmemesi için çok çaba sarf eden bir anne olmama rağmen. Peki ne yapmak lazım? Olabildiğince soğuk demeden, sıcak demeden çocukları açık havada doğayla temas edebilecekleri yerlere götürmek lazım. “Benim evimin yakınında yok, benim bulunduğum şehirde yok. Büyük şehirde yaşıyorum” falan diyorlar ama arayınca insan gerçekten buluyor. Doğanın çocukların gelişimine AVM’lerin kattığından milyon kat daha fazla katkısı var. Çocuk gelişiminin fiziksel ve bilişsel gelişim dışında başka boyutları da var. Dil gelişimi, öz bakım gelişimi, motor gelişim, sosyal gelişim gibi. Çocuğun bunların hepsini doğada karşılaması mümkün. Peki nasıl oluyor? Aslında doğa çocuklara bir deney ortamı sunuyor. Yağmur yağdığı zaman yer ıslanıyor, güneş çıktığı zaman yerler kuruyor. Ya da soğuk-sıcak kavramını en rahat doğada öğreniyor. Ama biz evde ya da okullarda yapılandırılmış ortamlarda soğuk-sıcak kavramını çocuğa vermeye çalışıyoruz. Yapılandırılmış bir takım materyallerle, örneğin dolaptan buzu çıkartıp eline verip, “Bak bu soğuk, bak bu sıcak, dokun” diyoruz. Oysa ki çocuk doğayla iç içe yaşadığı zaman zaten kendi doğal ortamında bu öğrenmeyi gerçekleştiriyor ve en kalıcı öğrenmeler doğal ortamlarda eğlenerek olan öğrenmelerle oluyor.

Bir de fiziksel gelişim açısından yine evlerde, okullarda çocuğun büyük kas motor gelişimini desteklemek için bir sürü parkurlar kuruluyor. Merdivenden tırmansın, bunun altından geçsin, bunun üstünden çıksın gibi. Jimnastik tabii ki çok önemli. Fakat motor gelişiminin desteklenmesi açısından doğanın kendisi zaten bir parkur. Bir araştırma okudum: Sosyal dezavantajlı bölgelerde, yani gecekondu bölgelerinde yaşayan kişilerin çocukları -bu bölgeler daha engebeli araziye kurulduğu için- motor gelişimleri sosyo-ekonomik düzeyi ve paralelinde sosyo-kültürel düzeyi yüksek olan kişilerin çocuklarının motor gelişiminden daha iyi çıkmış. Çünkü onlar hep bahçede, hep dışarıda oynuyorlar. Ama diğerleri hep ev ortamında bulunuyor. Bu çok çarpıcı bir sonuç. Yani mümkün olduğu kadar çocukları doğaya çıkarmak lazım. Bir çiçeğin kokusunu çocuğunuza anlatamazsınız ya da bir çam ağacının ne kadar sivri olduğunu, canını acıtabileceğini çocuğa resimlerinden anlatamazsınız.

Çocuklar meyvelerin, sebzelerin nasıl yetiştiğini; peynirin nasıl yapıldığını bilmiyor. Yumurtanın, elmanın, portakalın markette satıldığını, hatta fabrikada yapıldığını zannediyor. Öğrense de bu teoride kalıyor. Birçok çocuk dalından bir meyve koparıp yeme imkanı bulamıyor. Bunun için ebeveynler neler yapmalı?
Örneğin Ankara’da yapılandırılmış köyler var. Çocuğun en azından hava alabileceği, tavuğu gerçek ortamında görebileceği yerler var. Öyle bir noktaya geldik ki çocuk tavuğun kümeste yaşadığını bile bilmiyor. Şehirlerin civarındaki köylere gidilebilir, geziler yapılabilir. Okullar da bunu yapabilir; sadece ebeveynler değil. Neticede çocuk 3 ya da en fazla 4 yaşından sonra bir okul öncesi kurumuna gidiyor. Dolayısıyla okullar gezi programları çerçevesinde bunu yapabilirler. Ya da bununla ilgili belgeseller hazırlayıp izlettirebilirler. Saksılarda, çilek, soğan, maydanoz gibi bitkiler bile yetiştirebilirler.

YAZ KIŞ, HER GÜN DIŞARI ÇIKARIN

Biz hep derslerde diyoruz ki; “Kış da olsa, kar da yağsa çocuklar sıkı sıkı giydirilip beş dakika bile olsa mutlaka temiz havaya çıkarılmalı”. Bunu hem ev ortamı hem de okul ortamı için diyoruz. Sıcakta zaten gölge kurtarıyor, soğukta da kalın kıyafetlerimiz var. Çocuklarımız aşırı koruyucu tutumumuzdan hasta oluyor. Yani havadan korkuyoruz; sıcaktan korkuyoruz, soğuktan korkuyoruz. Oysa ki ikisinden de korunmanın yolu var. O mikroplar temiz havaya çıktıkları zaman daha çok uzaklaşıyor çocuklarımızdan. Ama sınıf ortamında 10-20 çocuk aynı ortamı soluyorlar. Hasta olmamaları mümkün değil. Bırakın açık havaya çıksınlar, temiz nefes alsınlar.

Haber Görseli

TOPRAĞA DOKUNMAKLA KİNETİK KUMA DOKUNMAK AYNI ŞEY DEĞİL

Toprağa dokunduğunda çocuk ne hisseder? Dokusunu, ısısını vs… Duyuların gelişimi çocuklar için çok önemli. Özellikle bebeklik döneminde bir toprağa dokunmakla evde kinetik kuma dokunmak aynı şey değil. Gerçek toprağa dokunduğu zaman onun çocuğa hissettireceği şey doku olarak çok başka, kokusu bambaşka, yağmurdan sonra bambaşka. Mesela koku duyusu gelişimi, en az desteklenen duyulardan bir tanesi. Ebeveynler de bu konuda çok farkındalık yaratmıyorlar aslında. “Bak toprak yağmurdan sonra ne kadar güzel kokuyor. Buna dokunalım, biraz kaygan, biraz sert değil mi? Bu kumun içinde taşlar var. Hadi gel bu taşları eleyelim. Bu taşlar büyük değil mi, küçük değil mi?” şeklinde yaşayarak öğretmek gerekiyor. Böylece duyuların gelişimi destekleniyor. Mesela taşları aldınız, gölü olan bir yere gittiniz ve göle taş atıyorsunuz. Küçük taşla gölün yüzeyindeki buzu kıramıyor ama büyük taşla kırabildiğini görüyor. Bu deney değil mi? “Daha ağır, büyük bir taş bul” diyorsunuz. Çocuğu doğada keşfe yönlendiriyorsunuz. Bu bilişsel gelişimi destekliyor. İlla “Bak bu büyük, bu da küçük” diye didaktik eğitimdense doğada büyük-küçük, ağır-hafif, sıcak-soğuk kavramlarını öğretmek daha yararlı olacaktır.

Çocuklar evde kapalı kaldıklarında aileler “Hocam düz duvara tırmanıyor, koltuk tepelerinden indiremiyorum” vs. bir sürü senaryo anlatıyorlar. Neden? Çünkü çocuk ev ortamında enerjisini bir türlü atamıyor. Oysa ki ona özgürce oynayabileceği ortamlar sunsak sosyal gelişim açısından da çocuk rahatlamış, dinginleşmiş olacak. “Çocuğum çok hareketli, uyumuyor” diyen aileler var ya; çocuklarında herhangi bir patoloji yoksa açık hava onların bu sorununa çok iyi gelecektir diye düşünüyorum. Ne zaman çocuğunuzu açık havaya çıkarsanız o akşam rahat uyuduğunu gözlemlersiniz.

Ebeveynler bunun için vakit bulamadıklarını belirtiyorlar. Ne tavsiye edersiniz?
İsteyen vakit bulur. AVM’ye gitmeye vakit buluyoruz. Nasıl ki markete gidip haftalık alışverişimizi yapıyorsak,  o zaman temiz hava almak, doğayla çocuğu iç içe sokmak da mümkün. Civar köylere gitmek, havası temiz olan ormanlık bir yere gitmek çocuğun bir ihtiyacı. Aileler bu bilinçte olsa, “Bu, benim çocuğumun önemli bir ihtiyacı” diye düşünseler zaten buna vakit ayırırlar. Çünkü aileler çocuklarının ihtiyaçlarına vakit ayırmak için çok heveslidirler. Ama bunun çocuğun temel ihtiyaçlarından bir tanesi olduğunu düşünmüyorlar.

Çocuklara doğa sevgisi aşılanmasının çocuğa ve dünyanın geleceğine katkıları ile ilgili neler söylersiniz?
Her şeyin başında bilinçli bir ebeveyn var. Bazı şeyleri söylemeden de çocuk öğreniyor. “Oğlum o plastik şişenin kapağını yere atma” demektense, siz her seferinde plastik şişenin kapağını çöpe atarsanız, geri dönüşüm kutularını kullanırsanız o çocuğa söylemenize gerek kalmıyor, zaten gözlemleyerek öğreniyor. Öncelikle biz çevre bilinci yüksek bir birey olacağız, model olacağız. Model olduğumuz zaman bunun arkası gelecek.

Hayvan sevgisi için neler yapabiliriz?
Aslında, keşke her çocuk bir tane ev hayvanıyla büyüyebilse. Hayvan sevgisini mutlaka çocuklara kazandırmak lazım. Çocuklar zaten doğuştan hayvanları seviyorlar. Ebeveynlerinden farklı bir tepki görmedikleri sürece, böceklere kadar seviyorlar. Korkmayı ise sonradan öğreniyorlar. Ya kendilerinin canı yanıyor ya da bir böcek gördüğü zaman ebeveynin yüz ifadesinden, tepkisinden korkmayı öğreniyor. Hayvan sevgisi için sokak hayvanları beslenebilir. Ama tabi dikkat etmek lazım. Bazen sokaktaki hayvanlar aç kalıyorlar, hırçınlaşıyorlar ve insanlara saldırabiliyorlar. O yüzden güvenli ortamlarda hayvanlarla iletişim kurarsa o zaman o sokaktakilerden zaten korkmaz.

BİLGİSAYAR OYUNLARINA DA YAŞ SINIRI YAZILMALI
AVM’lerdeki oyun alanları hastalık riski de barındırıyor değil mi?
Biz bu konuda bir araştırma yaptık. Yüksek lisans öğrencilerim ile birlikte hazırladığımız ve yayınlanmak üzere olan bir makalemiz var. Ankara’da 10 tane AVM’nin oyun alanlarında araştırma yaptık. Tıp doktoru değilim ama şunu söyleyebilirim ki; hijyen buralarda çok önemli bir sorun. Tabii ki bir takım hastalıklar bulaşabilir. Ayrıca oyun alanlarının yapısına baktığımızda, oradaki oyuncakların bilgisayar temelli olduğunu görüyoruz. Bunu somut verilerle de makalemizde yazacağız. Jetonu atıyorsunuz ve bir şeyleri vuruyorsunuz. Bu oyunların birçoğu çocukların yaş düzeyine uygun değil. Tırmanma platformları top havuzları olan oyun alanları da var. Onlar daha çok motor gelişimi destekleyici nitelikte. Hatta orada grup olarak çocuklar kaynaşabiliyorlar. Ama oralarda da çok ciddi hijyen sorunu var. O top havuzlarının hijyenini sağlamak son derece zor. Jetonlu oyuncaklarla ilgili makalemizde bir öneri yazacağız. Mutlaka bu oyunlara yaş sınırı yazılması gerekiyor. RTÜK nasıl televizyonlara yazdırıyor. Aile ister izlettiriyor, ister izlettirmiyor. Orada da +3, +5, +7, +13 gibi ibarelerin olması gerektiğini yazacağız. Çünkü orada çok vahşi oyunlar var.

Çocukların zaman zaman yaşadıkları kaygılar, sıkıntılar için de doğa iyi bir çözüm, değil mi?
Her çocuk belirli dönemlerde bir takım kaygılar yaşar. Çünkü o da bir insan. Biz nasıl belirli dönemlerde belirli kaygılar yaşıyorsak onlar da yaşıyorlar. Gerçekten doğa, temiz hava hepimizin kaygılarına ilaç gibi geliyor. Günümüz çocukları doğaya çıkmayı değil, bilgisayarla oynamayı tercih ediyorlar. Teknoloji büyük bir nimet ama aynı zamanda çok büyük de bir tehdit. Bizim çocuğumuza model olmamız için teknolojiyi kendimizin de doğru kullanması lazım. Hem kendi fiziksel ruhsal sağlığımız için doğru kullanmamız lazım hem çocuğumuza doğru model olmak için doğru kullanmamız lazım. Aynı zamanda çocuğumuza da yaşına ve gelişim düzeyine uygun oyunlar ya da bilgisayar ortamları sunmak ve süreyle de kısıtlama yapmak lazım. Gereken kısıtlamayı yapmadığımız zaman çok büyük bir nimet olan bu teknoloji çok büyük dezavantajlara neden olabiliyor.

Fotoğraf Galerisi

ÇOCUKLARINIZI BİLGİSAYARIN BAŞINDA YALNIZ BIRAKMAYIN
Size göre bu sınır nasıl olmalı?
Bebeklik döneminde asla teknolojinin olmaması gerekiyor. Yani 2 yaşına kadar televizyon, telefon, tablet asla olmaması gerekiyor. Çünkü beyin gelişim sürecinde olduğu için oradaki görüntüler çok hızlı ve çok renkli akıyor. Bu gelişimi olumsuz yönde etkiliyor. Uzun süreli tablete, telefona, televizyona maruz kalan çocuklar örgün eğitimde uzun süre sıralarında oturup ders dinlemekte zorlanıyorlar. Bir de asosyal oluyorlar; bilgisayar sosyalleri oluyor o çocuklar. İnternet başlı  başına kendi içinde tehlikeleri barındırıyor. Ben diyorum ki; asla çocuklarınızı bilgisayarın başında yalnızbırakmayın. Özellikle okul öncesi ve ilkokul birinci kademedeki çocuklarınızı. Çünkü her an zararlı bir içerik çıkabilir çocukların karşısına.

ÇALIŞAN ÇOCUK SAYISI GÜNDEN GÜNE AZALIYOR

 Doğayla bir araya getirilmeye çalışılan çocukların yanısıra ülkemizde doğayla iç içe yaşayan, hatta tarımda işçi olarak çalışan çocuk gerçeğini de göz ardı etmemek gerekiyor. Bu gerçekten hareketle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı sorunun çözümüne ilişkin önemli projeler yürütüyor. Çalışma Genel Müdürlüğünden alınan bilgilere göre, çocuk işçiliğine ilişkin veriler Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından 1994, 1999, 2006 ve 2012 yıllarında yapılan Çocuk İş Gücü Anketine dayanıyor. TÜİK’in 2012 Çocuk İş Gücü Anketi sonuçlarına göre; ekonomik faaliyette çalışan 6-17 yaş grubundaki çocukların istihdam oranı yüzde 5,9. Yani 893 bin çocuk işçi bulunuyor. Çalışan çocukların yüzde 44,7’si tarım, yüzde 24,3’ü sanayi ve yüzde 31’i hizmet sektöründe yer alıyor.

Çocuk işçiliği sorunu, çok nedenli ve çok boyutlu bir yapıya sahip. Çocuk işçiliğine sebep olan faktörlerin hepsi birbiri ile yakından ilişkili. Bu faktörlerin başında yoksulluk ve işsizlik geliyor. Ebeveynlerin işsizliği ve yetersiz hane halkı geliri, çocukların çalışmalarına neden oluyor. Bunun yanı sıra, gelir kaynakları kıt olan ailelerin çocuklarını okula göndermekten kaçınması ve eğitimsizliği çocuk işçiliği sonucunu doğuruyor. Çocuk işçiliğine sebep olan diğer faktörler ise eğitim hizmetlerine erişememe, kırdan kente göç, geleneksel bakış açısı, iş verenlerin çocuk iş gücü talebi ve düzensiz göç olarak sıralanıyor.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, 1990’lı yılların başından bu yana çocuk işçiliğini önlemeye yönelik çalışmalar yapan kamu kurum ve kuruluşları, işçi-iş veren kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları arasında iş birliği ve koordinasyonu sağlayarak konuya ilişkin politikalar oluşturup uygulanmasını izliyor. Bu kapsamda yapılan çalışmalar özetle şöyle sıralanıyor.

“Mevsimlik Tarım İşçileri” Konulu Başbakanlık Genelgesi: 2010/6 sayılı ve “Mevsimlik Gezici Tarım İşçilerinin Çalışma ve Sosyal Hayatlarının İyileştirilmesi” konulu Başbakanlık Genelgesi ile mevsimlik gezici geçici tarım işlerinde çocukların çalışmasının önlenmesi ve eğitime ulaşımlarının artırılmasına yönelik önemli tedbirler alındı. 2017 yılında ise mevsimlik tarım işçisi olarak başka illere giden işçilerin ve ailelerinin yaşadığı sorunların ilgili kurumlara verilen görevlerle giderilmesini amaçlayan 2017/6 sayılı “Mevsimlik Tarım İşçileri” konulu Başbakanlık Genelgesi yayınlandı. Genelge ile ayrıca mevsimlik tarım işçisi çocukların çalışma hayatından çekilmesi ve eğitime ve sosyal aktivitelere yönlendirilmeleri hedeflenirken, bu kapsamda ilgili kurumlara sorumluluklar yüklendi. Genelge kapsamında, İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve ilgili bakanlıkların bilgi sistemleri ile entegre Mevsimlik Tarım İşçileri Bilgi Sistemi (e-METİP) kurulmasına yönelik çalışmalar yürütülüyor. Söz konusu sistemle mevsimlik tarım işçileri ve çocuklarının takibinin yapılması sağlanacak.

Ulusal İstihdam Stratejisi (2014-2023): Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı koordinasyonunda yürütülmekte olan Ulusal İstihdam Stratejisi içerisinde çocuk işçiliği ile mücadeleye ilişkin olarak; 2023 yılında özellikle sanayide, ağır ve tehlikeli işlerde, sokakta ve mevsimlik gezici, geçici tarımda gerçekleşen çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerinin ortadan kaldırılarak, diğer alanlarda çocuk işçiliğinin yüzde 2’nin altına düşürülmesi hedefleniyor. Strateji Belgesi’nin Faaliyet Planı’nda buna ilişkin tedbirler yer alıyor.

Çocuk İşçiliği ile Mücadele Ulusal Programı (2017- 2023):
Ülkemizin 2023 hedefleri doğrultusunda, “sokakta çalışma, küçük ve orta ölçekli işletmelerde ağır ve tehlikeli işlerde çalışma, tarımda aile işleri dışında ücret karşılığı gezici ve geçici çalışma” başta olmak üzere çocuk işçiliğinin önlenmesi amacıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı koordinasyonunda ilgili kamu kurum ve kuruluşları, sosyal taraflar ve sivil toplum kuruluşlarının katkılarıyla hazırlanarak yürürlüğe girdi. Ulusal Program’da yer alan temel politikaların takvimlendirildiği Faaliyet Planı’nda 7 politika başlığı altında 19 strateji ve 83 tedbir maddesi yer alıyor.
Türkiye’de Mevsimlik Fındık Tarımında En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Sona Erdirilmesi Model
Projesi: Proje, Türkiye’de mevsimlik fındık tarımında en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliğinin sona erdirilmesine katkıda bulunma amacıyla Ordu, Sakarya, Düzce ve Şanlıurfa illerinde uygulanıyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından alınan bilgiye göre, yapılan tüm bu çalışmalar sonucunda, ekonomik işlerde çalışan çocukların oranında büyük düşüşler gözlendi. 6-17 yaş grubunda 1994 yılında ekonomik işlerde çalışan çocukların oranı yüzde 15,2 iken 2012 yılında yüzde 5,9 olarak gerçekleşti.