MAYIS-HAZİRAN 2020 / YAPRAK

Yaşamın vazgeçilmezi tarım


Günay GÜNER    

22.05.2020 


Tüm dünyaca, insanlıkça kendimizi bir büyük yıkımın, korona virüs denen salgının ortasında bulduk. İnsanlık adeta yaşam savaşı verir durumda. Kuşkusuz bu yıkımın da üstesinden gelinecektir. Yaşam isteği ve sevinci her şeyden güçlüdür. Gezegenimiz güzeldir, yaşanılasıdır. Korumak görevdir insanlık için.

Bu olay küreselleşme ve yerellik konularında yeni bakış açılarının düşünülmesini ve geliştirilmesini de sağlayacak gibi görünüyor. Büyük devinimler, hız dünyası belirleyicidir. Düşünürün dediği gibi, değişmeyen tek olgu değişim gerçeğidir. 
 
Belli ki devletler daha da korumacı uygulamalara yönelecekler. Kendi kaynaklarıyla, kendilerine yeterli ve güvence sağlayacak kararları alacak ve yaşama dönüştüreceklerdir. İlk örneğinin Avrupa Birliği’nin her anlamda sınırlamaları artırma yönündeki kararında ortaya konduğunu söylemek olanaklıdır. Bu eğilim öncelikle tarım alanını kapsayacaktır.
 
Tarım, beslenme yaşamsaldır. Giyimden, barınak konforundan… bir yere kadar ödün verilebilir belki ama gıdadan, beslenmeden ödün verilemez. Yaşamsallığı nedeniyledir ki birçok yazınsal metinde toprak, tarım, bitkiler, doğa güçlü bir benzetme ve derinlik alanı oluşturur. 
 
İnsanlığın bugünkü durumunda olumsuz bir tablo söz konusu ne yazık ki. Yaklaşık bir milyar insan aç olduğu gibi, yetersiz beslenme, (başta kanser olmak üzere) hastalıklar, bebek ve çocuk ölümleri, barınaksızlık, yoksulluk, eğitimsizlik, göç, savaşlar… yine milyonlarca insanın ağır koşullarıdır. 
Salgın konusunda da vurgulanan temel sorun beden direncinin zayıflığıdır. Dirençsizlikte, en temel insan hakkı olan gıdanın, tarihte görülmedik düzeyde ticaretin, kâr hırsının, spekülatif işlemlerin konusu durumuna getirilmesinin büyük payı olduğu açıktır. Buna, benzer biçimde ve nedenlerle, sağlık hizmetlerine ulaşma olanaklarındaki daralmayı da eklemek gerekir. 
 
Tarım ve beslenme gibi vazgeçilmez nitelikteki alanlar aynı zamanda “ahlak” sorunudur. İyilik-kötülük sorunudur. Var olmak-yok olmak, açlık-tokluk sorunudur. Bölüşmek-bölüşmemektir. Olanağı bulunmayan insana, fark ettirilmeden bir kap yemek, ekmek götürülür. Komşunun açlığı, kendi açlığınızdır; teninizde duyarsınız acısını. Bir hayvanı çaresiz gördüğünüzde önüne yiyecek, su koyarsınız… Ahlaktır, erdemdir. Değerbilirliktir. Neden mi? Ekinin filizlendiğini, boylandığını, danelendiğini, sarardığını, başaklandığını, biçildiğini, hasat edildiğini, tahıla, una dönüştürüldüğünü… görürsünüz, izlersiniz. Ağacın fidanken dikildiğini (kimi insanlar buna ekilmek demekte, yanlışlığını bilememekte), yapraklandığını, büyüdüğünü, dallandığını, çiçeklendiğini, meyveye durduğunu görürüz, gözleriz. Ağaç örneğinde yıllar sürer; su verirsiniz, bakım uygularsınız, korursunuz, yaprağını, gövdesini okşarsınız; sabırdır, sevgidir, erdemdir, emektir. Bunun yarattığı ahlaktır, özüne varabilen az sayıdaki kişide ise bilgeliktir. Bu ahlak insan ilişkilerine yansımaz mı sanırsınız?..  
Bilgelik denince, kolay olmadığı ortada. Vurguladığımız süreçleri çağın dünyasal ve nesnel bilgisiyle donatmanız gerek bunun için. Yoksa o erdeme varmanız neredeyse olanaksızdır. Kuru işlemler dizisiyle sınırlı kalır. 
 
Türkiyemiz tarımsal koşullar ve kaynaklar yönünden de çok varsıldır. Dünyanın korumacı eğilimlerinden zarar görebilecek bir ülke değildir. Tahılımız, sebzemiz, meyvemiz, balığımız…  
 
William Shakespeare’in Romeo ve Juliet adlı klasikleşmiş yapıtındaki rahibin şu doğa çözümlemesi nasıl da görkemli ve anlamlıdır:
 
“Toprağın karnından birbirine benzemeyen nice çocuklar doğar: Hepsinin meziyetleri vardır, ama hepsi başka başkadır. Ah! Ne büyük gücü var taşın, toprağın, otların!
Yeryüzünde faydasız hiçbir şey yok, ama iyi kullanılmazsa zarar vermeyecek bir şey de yok. İyi kullanılmazsa erdem bile dönüşür kusura. Keza, kusur da eylemle düzelip erdeme dönüşür çabayla. Şu cılız çiçeğin çanağında hem zehir var, hem şifa. Koklarsan iyi eder, yersen öldürür. Otlar gibi insanda da iyiyle kötü bir arada işler. İyi ve kötü duygular hep dövüşür. Kötü galip gelirse şayet, ölüm kurdu otu yiyip bitirir.” 
 
Demek oluyor ki doğa da onun temel alanı tarım da çelişki ve zıtlıklarla var oluyor. Her ağacın kurdu, özünden olur… Yarar ise binbir özenle sağlanır. İnce eleyip sık dokumakla… Yeryüzü, insanlık güzelliklerle dolu olduğu kadar, kurtlar sofrasıdır da. 
 
Tarihimize, yarınımıza, özümüze güveniyoruz. Bu yurt çalışkan insanların yurdudur. Sezgisi güçlü, zeki insanların yurdu…

tarım