TEMMUZ-AĞUSTOS 2019 / AYIN KONUĞU

"Gençlere köprü olmaya çalışıyorum"


Canan YALÇIN SEVER    

09.07.2019 

Bugünün insanı daha farklı, daha dolu dolu, daha renkli dolayısıyla müzikleri ben de renklendirmeye çalışıyorum. Özüne zarar vermemeye dikkat ederek daha dinlenir hale getirmeye çalışıyorum.
Türk Halk Müziğinin önemli temsilcilerinden. Türkülere gönül vermiş. Neşeli ve enerjik halleriyle ekranlardan tanıdığımız genç yaşlı herkese türküleri sevdiren bir isim: Sümer Ezgü. 8 yıl önce ailesiyle birlikte İstanbul’dan Antalya’ya taşınmış. İstanbul’daki sıkışmışlıktan kurtulmak adına bu kararı aldığını belirten Ezgü, Antalya’da daha üretken olduğunu ve birçok projeye imza attığını söylüyor. 8 yıla üç albüm, bir sanat akademisi ve yöresel senfoni orkestrası sığdıran Ezgü’yle yeni hayatı, beslenme alışkanlıkları, projeleri hakkında ve yaşama dair pek çok konuda keyifli bir söyleşi yaptık.

Bize kendinizi tanıtabilir misiniz? Çocukluğunuz, okul yılları nerede, nasıl geçti?

Burdur’un Bucak İlçesi’nde mutlu bir çocukluğum oldu. Çamurlarda yuvarlanarak, sokakta oynayarak geçti çocukluğum. Ormanlar ve tarihi eserler vardı çevremizde. Yani doğal bir ortamda yetiştim diyebilirim.

Müzik yolculuğuna nasıl başladınız? Farklı türküler seslendiriyorsunuz. Anadolu’nun tam da bağrından çıkan türküler. Bunun nedeni nedir?

Müzik hep ilgimi çekiyordu. Evdeki bütün tencereleri, tavaları somyanın üzerine koyardım, kaşıklarla, çatallarla çalardım. Annem de çok kızardı bana tencerelerimi yamulttun diye. İlgi varsa gerçekten böyle başlıyor. Aynanın karşısında mikrofon tutar gibi elime ne geçirdiysem bir şeyler söylerdim. Yine okulda ders bitmişse “hadi bakalım Sümer bir şarkı söyle, bir türkü söyle” diye öğretmenlerim istekte bulunurdu. Sonra okul gecelerinde çıkmaya başladım. Böyle böyle dikkat çekmeye başladık. Babam bana bir mandolin aldı. Daha sonra melodika aldı. Babamın görevi nedeniyle biz 2 sene Yunanistan’da Batı Trakya’da kaldık. Orada nota dersleri aldım. Döndüğüm zaman bağlamaya başladım. Aynı zamanda resim hocam rahmetli Cahit Anık bana bağlamayı öğretti. Zaten çocukluğumuzda kulağımıza ilişen sesler türkülerdi. ‘Denizin dibinde hatcem demirden evler, çekemedim hatce kızının göçünü’, zeybek havaları hep onları dinleyerek büyüdüm.
 
Türkülerinizde gençlere yönelik ritimler, müzikler kullanmaya özen gösteriyorsunuz. Bunun özel bir nedeni var mı?

Müzik çocuklarla yaşar. Şimdi ben TRT Müzik’te bir program yapıyorum. “Sümer Ezgü’yle Nazar Değmesin” isminde. Bunun bir amacı çocuklara, gençlere ulaşmak. Programa çocuk müzisyenleri çıkarıyorum mesela. 10 yaşında bir kemençeci kız çıkarıyorum, konservatuar öğrencisini çıkarıyorum, bağlama çalan genç bir çocuğu çıkarıyorum. Bu kültür, genç nesle ulaşamazsa bizimle beraber yok olur gider. Nasıl ki bize birileri aktardıysa bizim de birilerine aktarmamız gerekiyor. Kayıtlar yaparken de tabi gençlere hitap etmesine dikkat ediyorum. Bugünün insanı daha farklı, daha dolu dolu, daha renkli dolayısıyla müzikleri ben de renklendirmeye çalışıyorum. Özüne zarar vermemeye dikkat ederek daha dinlenir hale getirmeye çalışıyorum. Ama tabi bu demek değildir ki yalın çalınan, tek bir bağlamayla çalınıp söylenen türküler kötüdür. Hayır onların da başka bir tarzı vardır. Her iki tarzı da deniyorum ben. Ama gençlere hep köprü olmaya çalışıyorum.

Fotoğraf Galerisi

AKADEMİ SON DÖNEMLERDE YAPTIĞIM EN GÜZEL İŞLERDEN BİRİ

Antalya’da bir sanat akademisi açtınız. Bu akademiyi açarken neyi hedeflediniz?


Sümer Ezgü Sanat Akademisi adıyla bir akademi açtım. Bence son dönemde yaptığım en güzel iş bu. Çünkü orada çocuklar yetişiyor. 6 yaşından 60 yaşına kadar öğrencilerimiz var. Geleneksel sazlarımız, bağlama, kabak kemane, cura bunların yanında piyano, yan flüt, keman, gitar, saksafon gibi batı enstrümanlarını da öğretiyoruz. Çocuklara yaratıcı drama dersleri verdiğimiz gibi sertifikalı drama eğitmeni de yetiştiriyoruz. Aynı zamanda MEB’e bağlıyız ve London College Antalya temsilcisiyiz. Örneğin drama hocası yetiştiriyoruz. Onun dışında halk oyunları, batı dansları var. Tiyatro, solfej, şan dersleri var. Yani çok geniş. Dolayısıyla çok mutluyum. İyi bir iş olduğunu düşünüyorum sanatımız açısından.

YÖRESEL SENFONİ ORKESTRASI KURDUM

İstanbul’dan Antalya’ya yerleştiniz. Bu kararı almanızdaki etkenler nelerdir?


İstanbul çok sıkışmıştı. İstanbul’da yaşamak sadece koşturmakla geçen bir yaşam biçimi haline gelmişti. Yaşam konforumuz düşmeye başlamıştı. Ankara’da ben 20 sene yaşadım. İstanbul’a gittiğim ilk zamanlarda o koşturma çok cazip geldi ama bu koşturmanın sonu olmadığını fark ettim sonradan. Evet, orası belki bu işlerin merkezi olduğu için belki bir çekim gücü var ama artık iletişim çağında her yerde her şey yapılabilir ve her şey ulaştırılabilir. O açıdan burası benim toprağım. Burdur’da doğdum büyüdüm. Toroslar benim toprağım olduğu için buraya dönme kararı aldık. Ama bir taraftan da üretimim sürüyor. Ben bölge sanatçısı olmadığım için ulusal çapta, yurt dışına yönelik çalışmalarımı devam ettiriyorum. Buraya ilk geldiğim zaman bazı arkadaşlarım “Sümer emekliye mi ayrılıyorsun” dediler bana.  Ama  burada daha fazla vakit bulduğum için daha çok proje yapıyorum.

Mesela burada bir yöresel senfoni orkestrası kurdum. Bizim geleneksel sazlarımız sipsi, kabak kemane, bağlama, zurna, kaval gibi bunları yaylı orkestrayla birleştirdim. Halk danslarını koydum işin içine ve de vokal grubunu koydum. Yani yöresel mantıktaki müziği büyük orkestrayla icra ediyoruz. Bu proje Türkiye’yi yurt dışında da temsil edecek bir proje. Uluslararası Yörük Türkmen Festivali’nin açılış konserini biz verdik. Antalya Film Festivali konserini verdik. Ekibi Kazakistan’a götürdük. Yani bu tarz projeler yapıyorum şimdi. Daha iyi oldu benim için. Buraya gelir gelmez üç tane albüm yaptım. Birini çocuklarla birlikte yaptığım “Sümer Ezgü ve Süper Çocuklar”. Diğeri Türki remiz albümü. Bu albümde türküleri elektronik müzikle birleştirerek gençlerin dinlemesini hedefledim. Onun dışında otantik bir albüm yaptım: “Hakiki Angara Havaları” adında. Pornografik bir müzik dönemi başlamıştı Ankara havalarında. Bir dönem sinemada vardı bu. Ben 20 sene Ankara’da yaşadığım için  o Ankara kulübünden, ustalarımızdan, Ankara radyosundaki büyüklerimizden Rıfat Balaban’dan, Adnan Şeker’den, Fehmi Efe’den, Burhan Gökalp’den dinlediğimiz o seymen havaları şimdi söylenenler gibi değildi. Onun için gençlere, çocuklara gerçek Ankara havalarını hatırlatmak amacıyla “Hakiki Angara Havaları” adlı bir albüm yaptım.

ANTALYA’YA TAŞINMA TEKLİFİ EŞİMDEN GELDİ

Bildiğim kadarıyla bir köyde yaşıyorsunuz. Köyde yaşama aileniz, eşiniz, çocuklarınız nasıl alıştı? Şehir hayatını özlüyorlar mı?


Antalya’da bu sanat akademisini açtıktan sonra ister istemez köyden taşınıp şehre gelmek durumunda kaldım. Daha önce Duacı köyde yaşıyordum. 1 yıl önce şehre geldim. Zaten eşim istedi Antalya’ya taşınmayı. Benim için de hiç beklenmedik bir teklifti bu. Hemen geldik Antalya’ya. Çocuklar açısından çok iyi oldu. Büyük oğlum 14 yaşına bastı. O köy ortamında yetişti. O hep toprağa, ağaçlara dokundu. Doğayla içe içe bir yaşamı oldu. Bir de 2,5 yaşında Yamanımız var. Yaman da tabi ki ister istemez parklara gidiyor, denize giriyor. Şunu öneriyorum aslında İstanbul’a toplanmaktansa herkes kendi memleketine gitmeli. Kendi memleketinde, öz üretimini yapmalı.
 
BU ÜLKENİN TOPRAKLARINDA YETİŞMİŞ ÜRÜNLER BENİ HEYECANLANDIRIYOR

Köyde yaşarken ya da hayatınızın herhangi bir döneminde  tarım ya da hayvancılıkla uğraştınız mı? Tarım sizin için ne ifade ediyor?


Köyde yaşadığımızda evin bahçesinde ufak tefek bir şeyler ekiyorduk. İdealimiz, aslında eşim çok istiyor bunu: Bir yer alıp zeytin, badem  yetiştirelim istiyor. Burası Yörük memleketi olduğu için zaten buradaki insanların hücrelerinde doğayla iç içe yaşam isteği var. Benim yörük arkadaşım var. Bir gün bahçeden ot toplamıştı ve dedi ki “otu köklerinden yolmadım. Çünkü o kökler bize lazım, bu ot gene verecek”. Bunlar hep buradaki insanların refleksleri.

Tarım demek üretim, kendi öz üretimimiz demek. Çocukluğumuzda yerli malı haftası kutlayarak yetiştik. Ama bu hafta sadece fındık, fıstık gibi sığ bir durum değildi. Yerli malı demek ülkenin ormanı, ülkenin tarımı, ülkenin toprağı, kültürü her şeyidir. Biz de bu anlayışla yetiştik. Bizim bitkilerimiz, bizim tohumlarımız, bizim mayamız, bizim bahçemiz olsun. Ve bu ülkenin topraklarında yetişmiş ürünler beni heyecanlandırıyor.

Fotoğraf Galerisi

BİZ ANKARA’DA MESLEKTAŞTIK İSTANBUL’DA RAKİP OLDUK

İstanbul’daki hayatınızdan sonra köyde yaşamak hayata bakış açışınızı hangi yönde değiştirdi?


İstanbul’daki yaşamda daha çok hırslar var, rekabet kültürü çok fazla. Aslında ben Ankara’dan İstanbul’a gittiğim zaman bir şok yaşamıştım. İstanbul’a gittim. Bir tanıtım firması dedi ki biz sizin PR’nızı üstlenmek istiyoruz. Toplantı yaptık. Bana bazı sorular sordular. Sorulardan bir tanesi de rakipleriniz kimlerdir? Ben çok şaşırmıştım rakiplerim ifadesine. Çünkü Ankara’da meslektaş terimini kullanıyorduk. Biz meslektaştık, arkadaştık biz bu anlayışla yetiştik. İstanbul’a gidince her birinin birer rakip olduğu algısını gördüm. Bu çok kötü bir şey tabi. Sonuçta hep birlikte bir yerlere doğru ilerleyebiliriz.
   
BESLENMEME ÖZEN GÖSTERİYORUM

Beslenmenizde nelere dikkat ediyorsunuz? Mesela organik ürünler tercih eder misiniz?


Spor akademisi mezunuyum ve beslenme dersleri aldık biz. Bir de rahmetli annem çok dikkatli beslemeye çalışırdı bizi. Şimdi daha da dikkat ediyorum. Tavuk yememeye çalışıyorum. Sonra ekmek yemiyorum. Ekmek yediğim zaman reflüm azıyor.  Artık tam buğday ekmeği yiyorum. Aslında biz ilkel kelimesini yanlış anlıyoruz. Aslında ilk el bozulmamış haliyle işte bu çok değerli. Örneğin işlenmemiş yağları yemeye özen gösteriyorum. Şekeri tamamen kestim. Tatlı yiyeceğim zamanda mümkünse daha doğal şekerlerden yapılmış ürünleri yemeye çalışıyorum.

Mutfak alışverişini kendiniz mi yaparsınız? Dünya ve Türk mutfaklarını karşılaştırsanız neler söylemek istersiniz? Evde mutfağa girer misiniz?

Eşim yapıyor alışverişi. Avrupa’ya gittiğiniz zaman üç tane mutfak var zaten. Fransız, İtalyan ve Türk mutfağı olmak üzere. Bizim mutfağımız çok zengin yemeklerimiz çok lezzetli geliyor. Yabancılara da çok lezzetli geliyor. Mutfağa da giriyorum ama yemek yemeğe giriyorum. Bu koşturma içinde mutfak işlerini yapamıyorum. Yani mutfaktan eşim sorumlu.

Fotoğraf Galerisi

Spor yapmayı seviyor musunuz?

Çok aktif spor yapmıyorum artık. Dikkat ediyorum. Mümkünse yürüyüş yapıyorum. Antalya’da tenise başladım. Motosiklet aldım burada bir grubumuz var o da bir spor sayılır. Onun dışında spor salonuna geliyorum. Hedefim haftada 3 gün gelebilmek. Bedenimi hem beslenmemle hem de hareketlerle dinç tutmaya çalışıyorum. Beden çok değerli, o ne kadar canlı olursa o kadar çok üretir.

BUGÜNÜN DÜNYASINDA DİJİTAL ALAN ÇOK DEĞERLİ

Albüm çalışmanız var mı? Ayrıca hayata geçirmek istediğiniz projeleriniz var mı?

 
Albüm yapmak gerçekten artık büyük bir karar. Bugünün dünyasında dijital alan çok değerli. Ben mümkün olduğunca yeni teknolojilere uyum sağlamaya çalışıyorum. Bu nedenle çalışmalarımı dijital alana aktarmaya çalışıyorum. Benim rahmetli, hocam Cahit Anık. Malatyalı Fahri Kayahan’ı çok severdi. Ayı zamanda resim hocam olduğu için derslerde Malatyalı Fahri’den türküler çalardı. Ona son dönemde vefa borcumu ödemek ve onu mutlu etmek için Malatyalı Fahri’den bir kayıt yaptım. Ayrılık ateşten bir ok. Çünkü kendisi hastaydı. Onun klibini de çektim . Fakat tam ona dinletmeyi planladığım günden 2 gün önce hocam vefat etti. Yaptığım çalışmayı ailesine dinlettim. Yapacak daha çok şey var tabi. Demlendik. Yani bundan sonra daha çok üreteceğim.

En son okuduğunuz kitap ve izlediğiniz filmi paylaşır mısınız?

En son okuduğum kitap “Bir Çift Yürek”. Doğa ile iç içe yaşayan Aborjinlerin yüksek bilincini anlatıyor. Son izlediğim film ise “Ted Bundy” idi.

Sümer Ezgü türkü albüm köy hayatı Antalya